Monday, March 30, 2009

Atatürk'ün Davranış Özellikleri

ATATÜRK’ÜN DAVRANIŞ ÖZELLİKLERİ

Orhan COŞKUN

Büyük Atatürk’ün engin ve zengin hayatının hemen her safhası, bizim için çok ilgi uyandıran, değerli, ibret alınacak, hatırda tutulacak sayısız hadiselerle doludur.
Ömrü boyunca vefalı milleti tarafından sonsuz bir sevgi ile kucaklanan bu büyük insan tarihin öteki büyükleri gibi, arkasında bin bir hatıra bırakmıştır.
Bunları bir bütün olarak toplamak ve böylece gençliğimize, milli kültürel tarihimize hediye etmek elbette istenir. Bunu yapmadıkça Atatürk’ü tam tanımış ve tanıtmış olamayız.
Yazımın bu bölümünde de Atatürk’ün hayatında yer eden, davranış özelliklerini vurgulayan birkaç olaydan bahsetmek istiyorum.
Atatürk’ün Perapalas’ta General Harington’un davetini reddetmesi
30 Ekim 1918’de Mondoros Mütarekesi imzalanır. Mustafa Kemal Paşa Suriye’de Katma’dan Adana’ya gelir. Mareşal Liman Von Sanders ’ten 31 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Grup Komutanlığını teslim alır. Fakat Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı 7 Kasım 1918’de lağvedilir. Atatürk Harbiye Nezareti emrine verilir. 10/11 Kasım gecesi Adana’dan ayrılır. 13 Kasım 1918’de trenle İstanbul’a gelir. Bir süre için Perapalas’a yerleşir.
Tarih 20 Kasım 1918, M. Kemal Paşa Perapalas’ta lokanta bölümünde tek başına akşam yemeğini yedikten sonra tam kahvesini ısmarlamak üzere iken lokantanın şef garsonu yanına gelir:
‘Affedersiniz muhterem Paşam, der. Biraz ötedeki masada İngiliz Generalleri oturuyorlar. Beni çağırdılar. Sizin kim olduğunuzu sordular. Ben de ‘Çanakkale Muzafferi Mustafa Kemal Paşa dedim. İngiliz Generaller ‘Ya öylemi!’’dediler.’’
İngiliz Generaller şef garson aracılığı ile Mustafa Kemal Paşa’yı masalarına davet ederler.
‘-Masamıza buyursun, kahvelerimizi birlikte içelim.’derler.
Şef garson, İngiliz Generallerinin önce bu söylediklerini, sonra kahve için masaya davet ettiklerini söyleyince, Mustafa Kemal Paşa şef garsona şunları söyler:
‘-Onlara söyle, bizim geleneklerimize göre daveti ev sahipleri yapar. Onlar şimdi her ne kadar işgal kuvvetleri komutanları olsalar da bu ülke de yine de misafirdirler. Burada gerçek ev sahibi benim. Birlikte kahve içmek istiyorlarsa geleneklerimize uysunlar, onlar gelsinler, ev sahibinin masasında, benim masamda, benim davetlim olarak içsinler kahvelerini.’’der. Bundan daha güzel bir cevap olabilir mi?
Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözlerini şef garson olduğu gibi İngiliz Generallerine olduğu gibi nakleder. Mustafa Kemal Paşa, bu olayı Akaretler’deki evinde annesine anlatır. Sadi Borak ‘Olayı Kılıç Ali’den de dinlemiştim.’’diye yazar.
Mustafa Kemal Paşa’nın masasına gitmeyi kendi düzeyine aykırı bulan bu kurumlu Başkomutan, 1921 Haziran’ında M. Kemal Paşa ile görüşme yollarını aramak için Zonguldak’a kadar gidecek, ricası kabul edilmeyince geri dönmek zorunda kalacaktır.Bu General ayrıca ulusal orduların İstanbul üzerine yürüyüp yürümeyeceklerinin de yanıtlanması ricasında bulunmuştur.
Bu General 20 Kasım 1918!de Çarşamba günü Perapalas’ta M. Kemal Paşa’nın davetini kabul etmek alçak gönüllülüğü göstermediğini hatırlamış mıdır acaba?
Burada Atatürk’ün şeref ve haysiyet konusunda ne kadar duyarlı olduğuna bir örnek daha vermek istiyorum.19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra Havza’da Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa’dan 8 Haziran 1919’da ‘Beraberindeki istimbotlardan biriyle acele İstanbul’a gelmeniz rica olunur.’ diye bir telgraf alır.
Harbiye Nazırı daha sonraki telgrafında ‘İngilizler, şahsınıza karşı onurunuzu kırıcı bir şey yapmayacaklar, bunu temin ederiz.’’der. Burada Atatürk’ün düşüncesi ve davranışı çok önemlidir.
Atatürk şöyle düşünmektedir: ’Zavallı İstanbul, sorunu bir şahsi şeref sorunu gibi görüyor’’.Atatürk’ün bu telgrafa verdiği cevap dağlara, taşlara uçan kuşların kanatlarına yazılacak kadar güzel:’Umumi şerefsizliğin enkazı altında, şunun bunun şerefi de parça parça olur. Bunun ne hükmü olur, ne değeri olur?’’der.
Mustafa Kemal Paşa-Albay Rawlingson görüşmesi(Erzurum - 9 Temmuz 1919)
İngiliz albayı Rawlingson (Lord Curzon’un yeğeni olur) Erzurum Kongresinin 10 Temmuz 1919 günü toplanacağını haber alır, Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret eder. Aralarında şöyle bir konuşma geçer.
—Rawlingson- İşittiğime göre burada yarın bir kongre açacak imişsiniz.
—Mustafa Kemal Paşa kesin bir sesle; Evet, milletçe açılması takarrür etmiştir(kararlaştırılmıştır).
—Rawlingson- Açılmaması daha münasip olacaktır.
—Mustafa Kemal Paşa- Kongre muhakkak toplanacak ve gününde açılacaktır. Millet buna karar vermiştir. Açılmamasını tavsiye eden mütalaanıza hâkim olan sebepleri sormaya bile lüzum görmüyorum.
—Rawlingson- Fakat hükümetim bu kongrenin toplanmasına müsaade edemez.
—Mustafa Kemal Paşa- Ne hükümetinizden, ne de sizden müsaade istemedik ki, böyle bir müsaadenin verilip verilmeyeceği bahis mevzu olsun.
—Rawlingson- Kongreden vazgeçmezseniz zor kullanarak toplantının dağıtılmasına mecburiyet hâsıl olacak.
—Mustafa Kemal Paşa- O halde biz de mecburi ve zaruri olarak kuvvete kuvvetle karşı koyar ve herhalde milletin kararını yerine getiririz.
Paşa çok sinirlenmişti. Hiddetli zamanlarında kaşları çatılır ve gözleri sağa sola çevrilerek ateş saçardı. Paşa yine bu halde.
—Ne pahasına olursa olsun kongreyi açacağız’’diyerek yerinden kalktı ve Lord Curzon’un yeğenine kesin bir şekilde;
—Mülakatımız bitmiştir, dedi.
Mahzar Müfit Kansu, olayın devamını şöyle anlatır.
‘-Albayın ters bir cevap verip Paşa’yı daha çok sinirlendirmesine mani olmak için ben de hemen oda kapısını açtım ve – Lütfen Albay diyerek kapıyı gösterdim ve muhakkak ki Paşa’nın muhataplarını esir halinde tutan yüksek iradesinin tesiri altında Albay açtığım oda kapısından ağzından tek kelime çıkmadan ve sapsarı bir yüzle basıp gitti. Allah rahmet eylesin. Büyük Atatürk yıllar geçtikten sonra bu hatıralar bahis mevzu olduğu zaman, şaka eder:
—“Mazhar Müfit meğer ne hiddetli ne şiddetli adammış İngiliz Albayını kapı dışarı ediverdi.” diyerek benim o andaki hareketimi tasvip buyurur ve kahkahalarla gülerdi.’’
Yıllar sonra Albay Rawlingson hatıralarında Mustafa Kemal Paşa’yı şu özellikleri ile tanımlayacaktır.
‘-Bu sırada göze çarpan kişiliği ile görüşenler üzerinde unutulmaz etkiler bırakan büyük Türk M. Kemal Paşa, Doğu İllerinin Genel Müfettişi olarak Erzurum’a geldi. Günün sorunları hakkında olduğu gibi, tarihi konular üzerinde de genel ilgiyi çeken ve insanı düşündüren görüşler ileri sürmeye tam anlamıyla yetkiliydi.
Sağlam karakterli ve dünya milletleri arasında kendi milletinin haklı durumu hakkında kesin ve pratik görüşlü bir adam olarak, o hiçbir zaman kişisel ün ve yükselme peşinde koşmadı.
Memleketin çıkarlarını her şeyden üstün tutan ve memleketi için en yararlı sonuca varmaya çalışan bu zat, kuvvetini damarlarına işlemiş vazife duygusundan alıyordu. Vatanseverliğe olan ciddilik ve bağlılığı nedeniyle vatandaşlarının birbirinden çok ayrı olan ilgilerini bağdaştırabildi.
O’nun, vatanı için geçerli saydığı dileklerini gerçekleştirmek hususunda gösterdiği feragat ve metanetindeki samimiyetten şüphe edilemez.
Albay Rawlingson
Milli mücadele döneminde, Ulusunun bağımsızlığı uğruna ölümü göze alan, manda(güdüm) ve koruyuculuk gibi kolaycı ve onursuz kurtuluş yollarını elinin tersiyle iten bu korkusuz önder, o günler de pek çok çevre tarafından şaşkınlıkla izlenmektedir. İzleyenlerden birisi de Amerikalı General James Harbord’dur.
Şimdi büyük önderin, ABD’li General ile yaptığı görüşmeye değineceğim.
General Harbord’un istemi ve Mustafa Kemal Paşa’nın onaylaması üzerine 22 Eylül 1919 günü Sivas’ta gerçekleşen uzun görüşmede, General Harbord; parasızlık ve bütçenin olmayışı, silah ve cephane yoksunluğu gibi gerekçeler ileri sürerek mücadeledeki başarısızlık olasılığına karşı Mustafa Kemal’in dikkatini çekmek ister. Görüşme esnasında, hedeflerimizin aydınlığı ve bütünlüğü önünde General Harbord, içinde bulunduğumuz çaresizlikleri de iyi bildiği ve de gördüğü için Mustafa Kemal’e şu soruyu sorar:
‘Peki… Fakat İstanbul’daki resmi hükümetiniz sizleri tanımak istemiyor. Orada bir padişah ve Halife var, Siz, kongrelerinizle meşruiyetinizi tescil ettirmişsiniz ama paranız yok, teşkilatınız yok, imkânınız yok… Karşınızda ise, çok kuvvetli, kararlı düşmanlar var. Muvaffak olamazsanız ne olacak?’’
Mustafa Kemal Paşa heyecan içinde hiç tereddüt etmeden soruyu cevaplandırdı.
‘Bu tehlikeli netice ile asla karşılaşmayacağız. Çünkü biz milletimizi hakiki yapısı ile biliyoruz. İçinden geldik, hayatımız bu idrak ile geçti. Bu büyük milletin haysiyet ve istiklali bahis mevzuu olduğu zaman muvaffakiyetsizlik düşünülemez. Yeter ki ona hakikatler bütün çıplaklığı ile anlatılmış olsun ve kurtuluş rehberleri bu hizmete layık olabilsinler. Bizler muvaffak olacağız…’’ der.
Bu esnada ilginç bir olay meydana gelir. Bu olayı özellikle vurgulamak istiyorum.
Mustafa Kemal Paşa,’ Ulus isterse başarır, başarısızlık diye bir şey yoktur. Bir millet varlığını ve bağımsızlığını korumak için düşünülebilen girişim ve özveriyi yaptıktan sonra başarır. Ya başaramazsa demek, o milleti ölmüş saymak demektir. Öyle ise, bu millet yaşadıkça ve özverili girişimlerine devam ettikçe başarısızlık söz konusu olamaz.’’şeklinde net bir yanıt verirken eline oltu taşından yapılan siyah bir tespihi çekiştirmektedir. Bu esnada ip kopmuş, taneler yere saçılmıştır. Yerdeki tespih tanelerini eğilerek alan Mustafa Kemal, onları ipe dizmekte ve General Harbord’un gözlerinin içine baka baka şunları söylemektedir.
‘Görüyorsunuz General, bu ip kopmuş ve taneler dağılmıştır. İşte, ben şimdi yaptığım gibi o taneleri birer birer toplayacağım, tekrar ipin üzerine bir arada dizeceğim. Bu dağılanı toplarsam ben toplarım. İşte görüyorsunuz, o zaten dağılmış, öldürürsem ben öldürürüm. Yabancı elinde öleceğine evladının elinde can versin. Fakat ben onu öldürmem. Toplayacağım, bir araya getireceğim ve yeniden kuracağım.’’
General Harbord Mustafa Kemal Paşa’nın yanından ayrıldıktan sonra bu görüşmede kendilerine çevirmenlik yapmış olan Hüseyin Pektaş’a:
‘Söz aramızda, Mustafa Kemal Paşa’nın hakkı vardır. Ben de onun yerinde olsam, öyle yapardım.’’ diyecektir.
Özet olarak vurgulamak gerekirse; Mustafa Kemal Paşa’nın dağılmış olan tespih tanelerini özenle ve zahmetle dizdiği, o onur yüklü tespihin ipi ne yazık ki tekrar kopmuş ve tespih taneleri 1919’da olduğu gibi yine etrafa saçılmıştır. Şimdi bu tespih tanelerini bir araya getirecek Mustafa Kemal’e ve Mustafa Kemal’lere ihtiyaç vardır. Tarih önünde yeni bir sınav verilmek üzeredir. Atatürk sevdalıları ve ülkesini sevenler bu sınavda başarılı olmak zorundadırlar.
Hata yapanı tarihin affetmeyeceği de bilinmelidir!..
Atatürk, ömrünü, yeni bir ulus ve yenir bir Türkiye yaratma ülküsü uğruna tüketmiştir. Türkiye semalarından bir yıldız gibi geçmiş, geriye aydınlığını bırakmıştır. Çalışmalarına gündüzler yetmemiş gecelerini de eklemiştir. Türk ulusuna doğru yolu göstermiştir. Bundan dolayı O, Türk tarihinde ‘Tek Adam’dır.
Türkiye Cumhuriyeti halkı, bu toplum, çağdaş uygarlığa ne kadar yaklaşırsa Atatürk’e o kadar yaklaşmış; çağdaş uygarlıktan ne kadar uzaklaşırsa, Atatürk’e o kadar uzak düşmüş olur.
Atatürk’ün davranışlarını örnek alan bir kimse, Türk milletine içten ve dıştan yönelen hiçbir tehdit karşısında ihmalci ve gevşek davranamaz. Milli birlik ve bütünlüğümüzü tehlikeye düşüren hiçbir davranışı destekleyemez. Milletin yararlarını hiçe sayan, onun kalkınmasına, refahına, mutluluğuna zarar veren haksız bir davranış karşısında kayıtsız kalamaz. Atatürk’ün izinde olan her Türk milliyetçisi, Türk milletinin bağımsızlığını, hürriyetini, bütünlüğünü korumayı, onu durmadan güçlenip yüceltmek için çalışmayı kutsal bir görev sayar. Atatürk’ün milliyetçilik davranışını benimsemiş her Türk; kolunun, kafasının, gönlünün bütün imkânlarıyla milletine yarar olmaya çalışır. Kendi mesleğinde, kendi çalışma alanında daha iyiye, daha güzele ulaşmayı amaç bilir.
Yazıma, Atatürk’ün milli mücadele arkadaşı (E) Orgeneral Kazım Özalp’in (Milli Savunma Bakanı ve TBMM Başkanı,1924-1935) hiçbir etki altında kalmadan, Atatürk’ün davranış özellikleri hakkında sadece bir vefa borcu ile samimi duygu ve düşüncelerini açıklayan şu sözleri son vermek istiyorum:
‘Bir kere daha söylemek isterim ki: Atatürk’ün üstün vasıfları arasında en önde gelenleri, O’nun ‘Geleceği çok iyi görebilen, zamanlamayı çok iyi yapabilen, milletini iyi tanıyan ve ona çok güvenen, insan sevgisi olan, gerektiğinde halkla kaynaşmayı bilen, vatanperver, batı kafalı ve inkılapçı bir lider olmak’’ özellikleridir.
Türk devleti tarihten silinmeye mahkûm olmuştu. Atatürk yeni bir devlet yarattı. Yeni bir tarih yazdı. Kendisine yardımcı olduk, başarılarına katkı da bulunduk. O olmasaydı vatanı kurtarmak için, son kalan askerimize son nefesimize kadar dövüşmeye kararlıydık.
Fakat bu tarih onsuz yazılamazdı.’


KAYNAKÇA(BİBLİYOGRAFYA)
[1]Borak, Sadi. Atatürk'ün İstanbulda'ki Çalışmaları(1899-16 Mayıs 1919), İkinci Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1998, s. 187-188.
[2]Kansu, Mazhar Müfit. Erzurum'dan Ölümüne Atatürk'le Beraber. I. Cilt. Türk Tarih Kurumu Yayınları XVI. Dizi- Sa.6(kare), TTK. Basımevi Ankara 1988, s.44-46.
[3]Kazım Özalp, Teoman Özalp, Atatürkten Anılar;Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Atatürk Dizisi:29,Ankara-1992, s.80.
[4]Kongar, Emre, Devrim Tarihi ve Toplumbilimi Açısından Atatürk, Remzi Kitabevi, 2.Basım, İstanbul, 1994.
[5]Kutay, Cemal, Osmanlı'dan Cumhuriyete, Yüzyılımızda Bir İnsanımız, Hüseyin Rauf Orbay(1881-1964), Kazancı Kitap Ticaret A.Ş Birinci Basım, İstanbul, 1992.
[6]Kutay, Cemal, Bir Solukta Atatürk, Türkiye Gaziler Vakfı Yayınaları, Birinci Baskı, Türk Hava Kurumu Basımevi, Ankara, Temmuz 2002.
[7]Kılıç, Ali, Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor, Sel Yayınları, Atatürk Kütüphanesi: 8, Hisar Matbaası, İstanbul, 1955.
[8]Palaoğlu, Mustafa Kemal, Müdafaa-i Hukuk Saati, bakışlar anılar, yorumlar, Bilgi Yayınları, Bilgi Dizisi: 116 Birinci Basım, Ankara, Ocak 1998.
[9]Cumhuriyet,11 Ağustos 2001, İhsan Tayhani, Makale, ''Dağılan Tespih Taneleri''.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home