AKLIN VEKİLİ
Bundan 2500 yıl önce Anadolu’nun batı kıyıları bugünkünden daha da girintili-çıkıntılıydı. Bugün artık olmayan girintilerden birini güneyden çeviren bir burnun ucundaki ufak ama hür şehirde yaşayan iki insan aklın ve duyguların –tüm eksiklik ve yanıltıcılıklarına rağmen – kendimiz ve içinde yaşadığımız evren hakkında bize en güvenilir bilgileri sağladığını keşfettiler. Bu keşifleri önce doğa bilimlerini, hemen arkasından da doğa bilimlerine dayanan insan uygarlığını doğurdu. Uygarlık giderek büyüdü ve uygarlaşmamış olan kültürleri bir bir yuttu. Ne Mısır’ın eskiliği, ne Hint’in zenginliği ne de Çin’in inzivası uygarlığı durdurabildi. Uygarlığa direnirim sananlar tarihin sahifelerinden bir bir döküldüler.
Osman’ın o muhteşem mirası uygarlıkla hep iç içeydi, ama onu yüzyıllar boyunca yok saydı. Ona muhtaç olduğunu fark ettiğinde artık iş işten geçmişti; tek dişli zannettiği canavarın marifetli bir pehlivan olduğunu gördüğünde sırtı çoktan yerdeydi. Osman’ın mirasçılarından sarı saçlı bir adam pehlivanın oyunlarını o talihsiz güreş olurken gözlemişti: Osman’ın dev mirası yerde bitkin yatarken o ufak-tefek adam doğruldu, iri pehlivanı yeni bir güreşe davet etti ve galip geldi. Pehlivanla el sıkıştılar, sarı saçlı adam Pehlivana oyunlarını nereden öğrendiğini sordu. Pehlivan döndü, Osman’ın ülkesindeki yeşil bir sahil ovasını işaret etti: “Bak!” dedi, sarı saçlı adama, “benim bildiklerimi öğretenler bir zamanlar orada yaşıyorlardı. Ben onların kitaplarını okudum. Senin ataların oraları hep fethettiydi. Siz onları okumadınız mı?”
Sarı saçlı adam o kitapları Osman’ın mirasçılarının da okumaları gerektiğini anladı. Ancak ömrü yeşil ovaya varmaya yetmedi. Arkasından gelenlerden iri kaşlı güzel gözlü bir genç sarı saçlı liderin arayışını sürdürdü. Eskiden deniz olan yeşil ovada yaşamış bilgelerin kitaplarını arattırdı, bulabildiklerini Osman’ın mirasçılarının diline çevirttirdi. Onlara o kitapları okuyabilecekleri okullar, üniversiteler, öğrendiklerini uygulayabilecekleri enstitüler, konservatuarlar yaptırdı, bunları anlayabilecekleri kongreler düzenledi, öğrendiklerini ve bulduklarını başkalarına yazabilecekleri dergiler, ansiklopediler bastırdı. Böylece Osman’ın mirasçıları, sarı saçlı adamın hayal ettiği gibi pehlivanlar olmaya başladılar.
Ancak yüzü batıdaki yeşil ovaya dönük heyecanla çalışan iri kaşlı ve güzel gözlü adam, doğudan gelen tehlikeyi göremedi. Sırtındaki hançerin sızısını hissettiği zaman iş işten çoktan geçmişti. Cansız vücudu yüzükoyun sarı saçlı liderin mezarının dibine düştü. Hançeri tutan pençe, onun atölyesini de dağıtmaya yeltendi, bir kısmını yok etti. Ancak hepsini yok edemeden sarı saçlı adamın pehlivanları yetiştiler, onu gırtlağından yakaladılar, çirkin salyaları o kutsal mezarların üzerine damlayamadan kenara fırlatıp attılar. Genç pehlivanlar niteliklerini tam anlayamasalar bile, eserlerin kıymetini biliyorlardı. Ancak en gençleri sarı saçlı liderin dışındaki mezarda kimin yattığını bilmiyordu- kendisine öğretmemişlerdi.
O gece rüyasında, eskiden deniz olan zümrüt ovayı eski haliyle gördü. Denizin kenarındaki küçük şehirden iki bilge çıktı, onun elinden tuttular, içinde kimin olduğunu bilmediği mezarın başına getirdiler. “Burada” dediler. “Aklın vekili yatıyor. Senin neslinin uygar insanlardan oluşabilmesi için o bir ömür tüketti Sarı saçlı lideri en iyi anlayan oydu. Sen iyi bir pehlivan olmak istiyorsan, onun yolunu ara, bul. Çünkü senin ülkende ondan beri bizi kimse tanımıyor.”
Celal Şengör
Cumhuriyet Bilim Teknik sayı:562 27Aralık1997
0 Comments:
Post a Comment
<< Home